Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Siyaset Bilimi Profesörü A. İlter Turan, Covid-19’dan önce var olan uluslararası sorunların pandemi sırasında hızlanarak devam ettiğini, salt koronavirüs salgınından kaynaklanan bir değişiklik gözlemlemediğini belirtiyor. Prof. Turan, geleceğe yönelik bugün yapılan bazı tahminlerin doğru olduğunu söylemenin iddialı olabileceğinin altını çiziyor.
Koronavirüs salgını dünyayı kasıp kavurmaya başladığı andan itibaren en çok duyduğumuz tanımlama “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” idi. Toplumsal, siyasal, ekonomik ve uluslararası alanda “yeni normallerin” ne olacağı henüz belli değilken kullanılan bu tanımlama, herkesin zihninde farklı şeylerin canlanmasına neden oldu. Aslında soru şu: Bu virüs bütün dünyanın bugüne değin yarattığı sistemi değiştirmeye; özellikle ülkeler arasındaki ilişkileri sil baştan yazmaya gerçekten muktedir mi? Bu sorumuza yanıt almak üzere alanın uzmanı bir isme, Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi ve SEV Mütevelli Heyeti Üyesi, Emeritus Prof. Dr. İlter Turan’a başvuruyoruz.
Pandemi öncesi dünya uluslararası siyasetinin genel bir portresini çizerek başlayabilir miyiz?
Süregelmekte olan koronavirüs salgını döneminde, şiddetlenen bazı uluslararası geçimsizliklerin veya isterseniz temayüllerin diyelim, aslında uzun bir süreden beri devam ettiğini hatırlamamız gerekir. Neler oldu dediğiniz zaman, mesela koronavirüs dolayısıyla ABD, Çin’e karşı daha saldırganca girişimlerde bulundu, ama ABD ile Çin’in arasındaki ilişkiler zaten giderek daha rekabetçi bir mecraya dökülmüştü. Yine son günlerde duyduğumuza göre Amerika 10 bin askerini Avrupa’dan çekmeyi planlıyor. Bu, zaten devam etmekte olan bir sürecin yeni bir tezahüründen ibaret. Bununla birlikte, koronavirüs döneminde Avrupa’nın Amerika’yı, Çin ve Rusya’ya karşı yeterince desteklemeye hazır olmadığını göstermesi, bu adımı bir miktar hızlandırmış olabilir. Bunların dışında bir diğer gelişme de Birleşik Devletlerin, Dünya Sağlık Örgütünden desteğini çekmesiydi. Esas itibariyle ABD’nin bir süre önce de UNESCO’dan desteğini çektiğini; daha doğrusu kendisinin hâkimiyeti altında bulunmayan uluslararası kuruluşlara karşı desteğini çekmeyi bir tehdit olarak kullandığını görüyorduk. Dünya Sağlık Örgütü’nden desteğini çekmesini belki korona krizine bağlayabiliriz, ama Amerika’nın genel çizgisinden ayrılan bir olayla karşı karşıya değiliz.
Zaten belirli bir kriz vardı. Koronavirüs de bunun üzerine tuz biber ekti diyebilir miyiz?
Korona krizi, belki bazı gelişmeleri hızlandırdı. Eğer korona krizinden kaynaklanan “kesin bir değişiklik oldu mu?” diye sorarsanız, ben değişiklik göremiyorum.
Peki, bundan sonrası için öngörüleriniz nelerdir? Koronavirüs sonrası saflar daha da belirlenecek mi?
Aslında iki tür değişik baskı ortaya çıktı ve netleşti. Mesela koronavirüs gibi uluslararası bir olguyla baş edilebilmesi için bugünkünden daha ileri bir uluslararası işbirliğine ihtiyaç var. Buna karşılık, kriz ortaya çıktıktan sonra her ülke kendi çözümünü üretmeye, dahası bu çözümü mümkünse başkalarının sırtından üretmeye çalıştı. Dolayısıyla aslında akla en uygun gelen işbirliğine gidilmesi yerine, akla daha az uygun olan “herkes kendi gemisiyle ilgilensin, gemisini kurtaran da kaptandır” şeklinde bir durumla karşı karşıyayız. Bu iki zıt yönde gelişen yaklaşımların korona krizinin sona ermesinden sonra da devam etmesini bekleyebiliriz. Evet, uluslararası işbirliğinin güçlenmesi gerekiyor ama bunun küresel çapta değil de bölgesel çapta, özel gruplar çerçevesinde gerçekleşmesi daha muhtemel görünüyor. Mesela Avrupa kendi içerisinde çözümler arayabilir. Çin, Rusya ve Orta Asya ülkelerinin birlikte çözüm arayışına gitmeleri söz konusu olabilir. Küresel çapta bir çözümün ortaya çıkacağını şimdilik göremiyorum; ama olmaz diyemem. Yine koronavirüs sonrasında mecburen bir uluslararası dayanışmaya ihtiyaç duyulacak alanlar da var. Çok büyük ihtimalle, bazı ülkelerde büyük iktisadi krizler ve açlık gibi olaylar ortaya çıkacaktır. Uluslararası camia bunu tamamen görmezlikten gelemez. Daha bir süre yardımlaşma mecburiyeti kendini hissettirecek, hatta belki vazgeçilmez olacaktır. Değindiklerimin dışında cereyan eden çatışmalar var. Bu çatışmalara koronavirüsün özel bir etkisinin olacağını pek sanmıyorum. İran-ABD çatışması, koronadan bağımsız olarak devam ediyor. Keza Çin-ABD rekabetinde korona bir alet olmuştur ama rekabetin kendisi zaten vardı. Rusya silah gücüne dayanarak, dünyanın çeşitli bölgelerinde iddialı konumunu sürdürmekte ısrar edecektir. Bu tavırları korona ancak dolaylı olarak etkileyebilir. “Dolaylı olarak” ifadesini kullandığım zaman kastettiğim şu: Örneğin, Rusya’da Putin’in popülaritesi önemli oranda aşınıyor. Bu aşınmada, koronanın karşısında Rus hükümetinin sergilediği pek de başarılı olmayan mücadelenin etkisi vardır. Putin, mücadele sonunda görevini kaybedecek olursa, o zaman bu Rus politikasının değişmesini bekleyebiliriz. Şimdilik bu çok uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Özetlemek gerekirse, uluslararası siyaset alanında çok ciddi değişiklikler beklemiyorum. Ülkelerin iç politikalarında birtakım değişiklikler olması daha muhtemel görünüyor.
İnsanların bazıları çok ciddi olarak insan ilişkilerinde, üretim biçimlerinde, çalışma tarzlarında radikal değişiklikler bekliyor. Bu değişiklikler önce iç, sonra da uluslararası siyaseti etkileyebilir mi? Örneğin ırkçılık karşıtı gösteriler bir anda dünyaya yayılıyor; devletlerin değil ama halkların bir arada farklı bir açılıma gitmesi mümkün olabilir mi?
Halk hareketlerinin bir devlet organizasyonu olmadan, belirli sonuçlar elde etmesi mümkün belki, ama bunlar genellikle somut politikalar şeklinde olmaz; yani “sokaklara dökülen halk neler yapar?” dediğiniz zaman, dönem dönem iktidarları görevden düşürdükleri görülmüştür. Sokaklara dökülen halkın yaptıklarının sonuçlarını görebileceğiniz esas alan, halkın dile getirdiği meselelere iktidarların daha fazla ilgi gösterme mecburiyetinin ortaya çıkmasıdır. Ama toplumdan gelen baskıları yeni siyasalar oluşturarak uygulama alanına aktaranlar, halkın kendisi değil, iktidarlardır. Her hükümet, toplumdan gelen baskılara ve taleplere kendi siyasi verileri çerçevesinde cevap verecektir. Bazı toplumlarda yönetenler, toplum hareketlerini peşinen aşırı kuşkuyla karşıladıkları için, baskıcı yöntemlerle bunları durdurmaya çalışacaklardır. Buna karşılık bazıları dile getirilen şikâyetlere göre kamu politikaları geliştirmeye yöneleceklerdir. Korona krizi, zaten ilerlemekte olan bazı değişikliklerin daha yaygın bir biçimde denenmesi için bir fırsat yaratmıştır. “Bunlar nelerdir” diye soracak olursanız, mesela evden çalışmak veya devletin sağlık hizmetlerini tüm topluma düşük maliyetle götürülmesi mecburiyeti iki örnek olarak akla geliyor.
“Başka neler oldu?” dediğimiz zaman, sağlık adına merkezi devletlerin, toplumun özgürlüklerini kısıtlamak için daha geniş yetkiler kazanması söz konusu oluyor diyebiliriz. Uluslararası alana yönelecek olursak, ülkelerin ihtiyaçlarını daha çeşitlendirilmiş kaynaklardan karşılamaya, yani sadece Çin’e bağlı olmaktan uzaklaşmaya çalışmaları olgusu var. Tabii, bu gelişmelerin değişik iktisadi yansımaları da olacaktır. Ama şimdiden bütün bunları öngörebileceğimizi zannetmiyorum. İnsanlık tarihine baktığımızda, yaşanan dönemde geleceğe dönük olarak yaptığımız tahminler, genellikle pek doğru çıkmamıştır. Bugün yapacağımız tahminlerin de doğru çıkacağını söylemek fazla iddialı olur.
Son olarak AB’nin kendi iç işleyişinde de birtakım sorunlar var. İngiltere’nin üyelikten çıkması ve salgın döneminde beklenildiği ölçüde ülkeler arası dayanışma gösterilmemesi AB’nin bundan sonraki dönemine ilişkin bizlere neler söylüyor?
AB şu anda da genişlemeye devam eden ve birçok kararını da oybirliğiyle alması gereken bir kuruluş. Bu kadar çok üyesi olan ve kararlarını irili ufaklı üyelerin oybirliğiyle alması gereken bir yapının ciddi bir gelişme göstermesi mümkün değildir. Bu kriz, belki bazı alanlardaki birlikte hareket etmeye imkân vermeyen bazı engellerin aşılmasına katkıda bulundu. Bunun en canlı örneği ise Avrupa Merkez Bankasının borçlanabilmesiyle ilgili Almanların itirazlarını bir ölçüde gevşetmiş olmalarıdır. Buna karşılık Birliğin üyelerinin dertleriyle yeterince ilgilenmediği, zamanında yardım yapmadığı konusunda güçlü şikâyetlerin olduğunu da görüyoruz. En fazla şikâyet eden iki ülke sırasıyla, İtalya ve İspanya. Hatta İtalya’da bugün “AB’de kalalım mı?” diye bir halk oylaması yapılsa, belki de “kalmayalım” sonucu çıkacağı ileri sürülüyor. Dolayısıyla şu anda krizin Avrupa Birliğini güçlendirdiğinin söylenmesi kolay değil. AB, Avrupa Birleşik Devletlerine doğru evrilmeyi bekliyorsa, son gelişmelerin sonucunda bu yönde fazla bir mesafe kat edeceğini sanmıyorum.