Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD ve Epidemiyoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gül Yurtsever Ergör, hastaneler ve doktorlar ne kadar iyi ve donanımlı olursa olsunlar salgını önlemeye yetmeyeceğini, bulaşın önüne geçecek tedbirleri almanın şart olduğunu belirtiyor.
İzmir Amerikan Kolejinin ardından tıp ihtisası yapmaya karar veren ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD ve Epidemiyoloji Bilim Dalı Başkanı olan Gül Yurtsever Ergör, Covid-19 salgınının bir süre daha devam edeceğinin altını çizerek, toplumun kurallara uyması gerektiğini, devletlerin de bu konuda alması gereken birçok önlemin olduğunu vurguluyor.
ACI’yı bitirdikten sonra eğitiminize ve akademik kariyerinize nasıl başladınız? Halk sağlığı alanını nasıl seçtiniz? Bugüne kadarki çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Dokuz Eylül Tıp Fakültesinden 1987 yılında mezun oldum. 1988’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde Halk Sağlığı ihtisasına başladım ve 1994’te Halk Sağlığı Uzmanı oldum. Bu dönem içinde iki yıl Atlanta-ABD’de Emory Üniversitesinde Halk Sağlığı-Epidemiyoloji Master programını tamamladım. Akademik kariyerime Hacettepe’de Yardımcı Doçent olarak devam ettim, 1997 yılında Doçent oldum. 1998’de Dokuz Eylül’e döndüm ve 2003’te profesör unvanı aldım, halen Halk Sağlığı çalışmalarımı sürdürüyorum. Bu alanı seçmemde en önemli etmen Halk Sağlığı Anabilim Dalındaki hocalarımdır, ama kararımı kesinleştiren de 5. sınıf sonunda yaz stajı için gittiğim Helsinki’de katıldığım Uluslararası Halk Sağlığı Kongresi olmuştur. Halk Sağlığı koruyucu hekimliktir; yani insanların hastalanmalarını önleyici önlemleri hazırlamak, hastalık yapan risk faktörlerini belirlemek, toplumu bu konularda eğitmek, sağlık sistemlerini buna göre yapılandırmaktır. Sürekli aynı hastalıkla gelen hastaları tekrar tekrar tedavi etmeye çalışmak yerine, bu hastalıkların toplum düzeyinde önlenmesi alanında çalışmanın daha anlamlı olduğunu düşündüğümden Halk Sağlığı Uzmanı oldum. Epidemiyoloji de Halk Sağlığının başlıca yöntemlerinden biridir, daha sonra bu alanda uzmanlaştım. Hastalıkların dağılımı, kimlerde hastalık yaptığı, nasıl korunabileceği konularında araştırmalar yaparak, verileri okuyup yorumlayarak, Halk Sağlığı alanında kanıt üretilir.
Dünya belki de uzun yıllardır yaşamadığı boyutta bir pandemiyle karşılaştı. Bu pandemiye yol açan Covid-19’un farkı nelerdi? Nasıl bu boyutlara ulaştı?
Covid-19 hastalığa verilen isim; SARS-CoV2 de bu hastalığı yapan virüsün adı. Bu virüs koronavirüs ailesinden ve bu virüsler insanlarda enfeksiyon yapıyor, ancak bu yeni virüs ilk kez hayvanlardan insanlara geçerek hastalık yapıyor. İlk kez karşılaştığımız virüslere karşı insanlarda hiç bağışıklık yok, bağışıklığın olması için bu virüsle daha önce hastalanmış olmak gerekiyor. Salgın hastalıklar insandan insana bulaşarak yayılıyor, özellikle solunum yolu virüsleri, çok hızlı yayılabiliyor. Pandemi yani bir hastalığın tüm kıtalara yayılan bir salgın yapması, solunum yoluyla yayılan virüslerden bekleniyor. Tüm dünyaya hızla yayılması için yeni ve solunum yoluyla yayılan bir virüsün ortaya çıkması gerekiyordu, bu da yeni koronavirüs oldu. Günümüzde hızlı ve yaygın uluslararası seyahat olanakları, bir virüsün bir hafta içinde tüm dünyaya yayılmasını sağlıyor.
Dünyada ölüm oranı çok daha yüksek virüsler görüldü bugüne kadar, bu virüs neden bu kadar, özellikle de kronik hastalığı olanları ve yaşlıları etkiliyor?
Aslında diğer solunum yolu hastalığı yapan virüsler SARS, MERS ve İnfluenza da yaşlı ve kronik hastalığı olanları daha çok öldürüyor. Burada olayı korkutucu boyutlara getiren; hiç kimsenin bağışıklığının olmaması ve bu hastalığın aşısının bulunmaması. SARS ve MERS için de aşı yok, ancak bu hastalıklar çoğunlukla ağır seyrettiği için hastalanan kişiler hastanede tedavi altına alınıyor, fakat Covid’de durum farklı. Birçok kişide hastalık hafif ya da belirtisiz seyrettiği için başka kişilere kolayca bulaşabiliyor, eğer bu kişilerin kronik hastalığı varsa ya da yaşı ileriyse ölümcül olma riski artıyor.
Sağlık sistemlerini ve halk sağlığı çalışmalarını hem dünya hem de Türkiye açısından değerlendirdiğinizde, bundan sonra hükümetlerin alması gereken önlemler hakkında neler söylersiniz?
Son yüzyılda dünya ilk kez böyle bir pandemiyle karşı karşıya kaldı. Pandemi Çin’den başladığı için ilk olarak onların aldığı önlemlerle ki, bu sıkı bir karantina ve diğer halk sağlığı önlemleriydi; bu salgının ülkenin tek bir bölgesinde sınırlı tutulabileceğini ve vaka sayısının sıfıra indiğini gördük. Tüm diğer ülkeler de benzer önlemleri farklı düzeylerde uyguladılar. Salgınla mücadele hastanelerde değil, sahada yapılır. Hastaneleriniz ne kadar donanımlı olursa olsun, doktorlarınız ne kadar uzman olursa olsun, salgın dışarıda yayılmaya devam ederken, hastaneye gelen hasta sayısı giderek artacaktır ve hastanelerdeki tedavi başarısı düşecektir. Hastanelerin başarısı ölüm oranlarının düşük olmasıyla ölçülebilir, ancak salgını durdurmadaki başarı, sahada çalışan koruyucu hekimlik görevini yapanlarındır. Birinci basamakta görev alan tüm sağlık çalışanları filyasyon denilen, temaslı izlem konusunda çok büyük başarı gösterdiler; her saptanan hastanın tüm temaslılarını belirleyip, onların izlenmesi, bulguları varsa test yapılmaları, kümelenmeler olduysa o yerin karantinaya alınması gibi önlemleri hızla yaparak, her gün saptanan vaka sayısının azalmasını sağladılar. Bunun yanı sıra Sağlık Bakanlığı tarafından alınan sokağa çıkma kısıtlaması, okulların kapanması, toplumun maske kullanması ve mesafe uygulaması konusunda sürekli eğitilmesi, 65 yaş üstü ve 20 yaş altı kişilerin dışarı çıkma kısıtlaması, şehirlerarası dolaşımın engellenmesi gibi çok etkili önlemler de sayının düşmesine katkı sağladı. Ancak daha zor olan, yavaş yavaş bu kısıtlamaların kaldırılmasıydı. 1 Haziran’dan itibaren bu önlemlerin olması gerekenden biraz daha hızlı kaldırılması, geldiğimiz noktada vakaların tekrar artışa geçmesine neden oldu. Bu aşamada da vakaların ortaya çıktığı yerler, kimlerde ortaya çıktığı yakından izlenerek yine önlemler alınmaya devam edilecektir. Toplumun maske ve mesafe kurallarına uyması ve kalabalık toplantılar yapmaması gerekiyor, ancak devlet de bunu denetlemek ve çalışma koşulları, toplu ulaşım koşulları gibi konuları düzenlemek ve bulaşı engellemek yönünde önlemler almak zorundadır.
Birçok kişinin sorduğu gibi, eski “güzel günlere” dönebilecek miyiz?
Bir süre daha -belki bir yıl kadar- bu “yeni normal” yaşam biçimini sürdürmemiz gerekiyor. Birçok solunum virüsünün 1-2 yıl içinde hastalık yapma özelliğinde zayıflama oluyor, ama bu iyi olasılık. Bunun dışında aşı ve ilaç çalışmaları da hızla sürüyor ve bu konuda uluslararası iş birlikleri var. Aşı çalışmaları bazen 3-4 yıl, çoğunlukla daha uzun zamanda sonuç veriyor, bazen de hiç etkili bir aşı bulunamıyor. Bunları da şimdiden tahmin etmek mümkün değil. Çünkü laboratuvarda başarılı olan bir aşı ya da ilaç insanda etkili olamıyor ya da her insanda etkili olmuyor. Bu konuda çok karamsar bir tablo çizmedim umarım, ama hiçbir pandeminin yıllarca sürmediğini söyleyebilirim, sonunda toplum bağışıklığına ulaşılır ve salgın biter, umarım bu duruma aşı ile ulaşırız.
Aşı ve tedavi bulunmadan “normalleşme” adımlarını, adı konulmamış “sürü bağışıklığı” stratejisi olarak yorumlayabilir miyiz?
Biz buna “toplum bağışıklığı” diyoruz, bu “sürü” kelimesi yüzünden bizde kötü bir iz yaptı bu kavram. Aslında biz toplum bağışıklığını istenen bir şey olarak görürüz, çünkü bağışık olanların, bağışık olmayan ya da olamayanları koruması demektir. Bu durum genellikle aşı ile sağlanır. Covid-19 için toplumun yüzde 60-70’i bağışık olursa salgın duracaktır diye hesaplıyoruz. Ama henüz aşı bulunmadığı için, bu bağışıklık, hastalığı geçirerek sağlanabilecek; bunu bir strateji olarak başlangıçta düşünen ülkeler oldu ve daha risksiz grubu kısıtlamazsak toplumsal bağışıklığa ulaşılır sanıldı. Ancak zaman ilerledikçe yapılan çalışmalarda, toplumda bağışıklık düzeyinin çok düşük olduğu ortaya çıktı. Bizim ülkemiz için yapılan çalışmada bu oran yüzde 1 civarında. Yani söylemek istediğim, normalleşmenin en önemli nedeni ekonomik sıkıntılar; yoksa bu yolla sürü bağışıklığı hedeflenmiş olamaz. Biz normalleşme içinde maske ve mesafeyi korursak, yıllarca yüzde 60 -70 bağışıklık oluşmaz.
Hocam, bu pandemi sürecinde sizin ve kurumunuzun ne gibi çalışmaları oldu, oluyor?
Biz Halk Sağlığı Anabilim Dalı olarak, salgın ülkemize gelmeden gelişmeleri izlemeye başladık. Dünya Sağlık Örgütü ve diğer kuruluşların yayınladığı bilgileri ve Çin’den gelen yayınları izledik. Daha sonra da hastanemizde pandemi için yapılan planlar ve düzenlemelerde rol aldık, farklı görev grupları oluşturduk: Yönetim eğitim ve uygulama, iletişim ve surveyans. Bu alanlarda hızla çalışmaya başladık, eksikleri tamamladık, yeni düzenlemelerle hastanenin yeni duruma adapte olması için önemli katkıda bulunduk. Ayrıca Sağlık Çalışanının Sağlığı birimiyle hastanemiz çalışanlarından enfekte olanlara hizmet ve danışmanlık verdik, temaslı çalışanları izledik. Hastanemiz de Covid semptomuyla başvuranları ayrı bir poliklinikte karşıladı, gerekli incelemeleri ve PCR testini yaparak, tedaviyi başlattı. Pandemi hastaları için ayrı servisler düzenlendi ve tek kişilik odalarda hastalar tedavi altına alındı, yoğun bakım gerekenlere de bu hizmet sağlandı. Bugüne kadar 8 binden fazla test yaparak, 721 kişiye tanı konup tedavi edildi.
Son olarak, aşı veya kesin bir tedavi bulunmadan nasıl bir hayatımız olmalı? Yani tüm dünyada başlayan “normalleşme” adımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Maske-hijyen-mesafe yeterli olacak mı?
Kötü haber, maske ve mesafe en erken gelecek yaza kadar devam edecek diye düşünüyorum; iyi haberse maske ve mesafeye dikkat ederek, arkadaşlarımızla, yakınlarımızla görüşebiliriz, tatile gidebilir, denize girebilir, bir restoranda veya kafede oturabilir, alışveriş merkezinde gezebiliriz. Tabii bu yerlerde kurallara uyulması şartıyla bunları yapmalıyız. Ancak düğün, parti, sinema, konser, maç gibi 10’dan fazla kişinin bir arada olacağı etkinlikleri biraz daha ertelemeliyiz. Bu sürecin bazı alışkanlıklarımızı sorgulama, farklı uğraşlar bulma, değer yargılarımızı gözden geçirme gibi bizi geliştiren bir fırsat olmasını ve sağlıkla daha güzel günlere kavuşmayı dilerim.