İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa-Kardiyoloji Enstitüsü; Kardiyoloji Anabilim Dalında görev yapan Prof. Dr. Serdar Küçükoğlu, geçmişte veba ve İspanyol gribi gibi salgınların olduğunu, bugün Covid-19’u yaşadığımızı, yarınsa başka salgınların olabileceğini söylüyor...
TAC’yi bitirdikten sonra eğitiminize ve akademik kariyerinize nasıl başladınız? Bugüne kadarki çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Tarsus’u bitirdikten sonra tıp eğitimime İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde başladım. 1982 yılında mezun oldum ve Rize’de iki yıl zorunlu hizmet yaptım. 1984’te iç hastalıkları uzmanlık eğitimi için İstanbul Üniversitesine geri döndüm. Dönüş o dönüş. İÜ Kardiyoloji Enstitüsünde önce iç hastalıkları sonra kardiyoloji uzmanı oldum. Halen aynı klinikte profesör olarak çalışmaya devam ediyorum.
Dünyada en yaygın görülen kronik hastalıklar arasında yer alan kalp hastalıkları açısından Covid-19’un etkileri konusunda neler söyleyebilirsiniz? Ölümlü vakalarda kalp hastalıklarının oranı ve etkisi nasıl oldu?
Covid-19 biz ve hastalarımız için hiç hayırlı olmadı. Salgının daha ilk günlerinde kronik hastalığı olanlarda Covid-19 sürecinin daha ciddi seyrettiğini öğrendik. Hipertansiyon, kalp yetersizliği, kalp damar rahatsızlığı gibi kronik kalp hastalığı olanların çoğunlukla ileri yaşta olması, 65 yaş üstündeki vatandaşları sokağa çıkma özgürlüğünden mahrum etti. Günler geçtikçe virüsün doğrudan kalp üzerine de etkisi olduğunu öğrendik. Kalp kası iltihabı, çeşitli ritim bozuklukları, kalp yetersizliği gibi önemli sorunlar, Covid-19’un oluşturduğu solunum sistemi sorunlarına eşlik etmekte idi. Covid-19 virüsünün en önemli özelliklerinden birinin çok kolay bulaşıcılığı olması nedeniyle, hasta sayısının çok olacağı gerçeğiyle yüz yüze bıraktığı sağlık sistemi, önlemler alma yoluna gitti. Mevcut insan ve malzeme kaynakları Covid-19’a ayrıldı. Diğer hastalıklar için ayrılan kaynaklar azaltıldı. Birçok hastanenin acil hizmetleri sadece Covid-19 başvurularına ayrıldı. Covid-19’a yakalananların diğer hastalardan ayrı tutulması gerekliliği, hastane düzenlerinin salgına göre yeniden planlanmasını gerektirdi. Covid-19 hastalarına bakan yeni poliklinikler, yatan hasta servisleri ve en önemlisi de yeni yoğun bakım üniteleri oluşturuldu. Kronik hastalıklar için kaynakların azaltılması ve hastaların gerek salgından korkması, gerekse de başvuracak yer bulamaması, doktorlarına ulaşamaması ayrı bir sorun oldu. Tüm dünyada kalp krizi için başvurular azaldı. Bunun gerçek azalma olup olmadığını ilerleyen günlerde göreceğiz.
Covid-19 sürecinde siz kişisel olarak neler yaşadınız?
Küresel salgın herkeste olduğu gibi benim de hayatımda önemli değişikliklere yol açtı. Öncelikle yurt dışında yüksek lisans eğitimi alan kızımı, en son yurt dışı tarifeli uçak seferiyle (13 Mart gecesi) İstanbul’a getirmeyi başardık. Salgının kişisel ilk etkisi, Mart ayı başında kongre amaçlı gittiğim Kıbrıs seyahati sonrası karantinaya girmem oldu. İstanbul’a dönmemden sonraki 14 gün için, üniversitem tarafından idari izne ayrıldım. Bu süreçte aile hekimimin arayıp karantina süresince sorun yaşarsam bildirmemi istemesi, sağlık sisteminin salgına uyum sağlamaya başladığını gösterdi. İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Hastaneleri yeni çalışma düzenine girdi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Covid-19 servisleri oluşturuldu. Birçok servis ve poliklinik, kendi branş hastaları yerine Covid-19 hastaları kabul etmeye başladı. Poliklinik hizmetleri azaltıldı. Bu bağlamda benim çalıştığım Kardiyoloji Enstitüsünde Covid-19 hasta kabulünün yapılmaması kararı çıkması üzerine, gelen yüksek ateşli tüm hastalar Cerrahpaşa Tıp Fakültesine yönlendirilmeye başlandı. Bizim hastane yatak ve kaynaklarının olası artış için yedekte tutulma kararı poliklinik, ameliyat ve anjiyografi gibi hizmetlerin sayısında azaltma yapmamıza neden oldu. Gerekmedikçe hasta yatırmadık, anjiyo, ekokardiyografi, eforlu EKG gibi tanı metotlarına başvurmadık. Eğitimin sürmesi amacıyla internet kullanımlı eğitim programları başlattık. Haftada üç gün olan dersleri internet ortamında devam ettirdik. Eğitimin bir parçası olan kongreler de bu ortamda sekteye uğradı. Kendi derneğimin Nisan ayında yapacağı kongreyi Kasım sonuna almak zorunda kaldık, ama yapıp yapamayacağımız halen belli değil. Yurt dışında da benzer sorunların olması, uluslararası katılımlı kongreleri de ya iptal ettirdi ya da internet ortamında “virtual kongre” formatına dönüşmesine neden oldu. İnternet ortamında toplantı yapılabilmesinin ileriki dönemlerde de süreceğine inanıyorum. Şu an gerek yurt dışı katılımlı gerekse de ulusal katılımlı hafta da 1-2 toplantı düzenliyorum veya dinleyici olarak katılıyorum. Evde geçirdiğimiz sürenin artması beni olumsuz etkilemedi. Çok yoğun iş ve seyahat programı sonrası bir tatil gibi geldi diyebilirim.
Karantina sürecinde hastalarınızın tedavisini nasıl sürdürdünüz? Onlarla nasıl bir iletişim yürüttünüz?
Gerek hastanede, gerekse de muayenehanede verdiğim hizmetin kesilmesi gerekti.
Hastanede tüm poliklinik randevular durduruldu. Hastalarımıza telefonla ulaşarak durum bilgilendirmesi yaptık ve ihtiyaç durumunda bize ulaşabileceklerini bildirdik. Sürekli ilaç kullananlar, doğrudan eczanelerden reçetesiz ilaçlarını temin edebildiler. Bu dönemde, hastalarımın sorunları için daha önce de kullandığım kısmi tele-tıp uygulamaları çok yardımcı oldu. WhatsApp uygulaması sayesinde hastalarımın sorunlarına yardımcı olmaya çalıştım. Artan endişelerini gidermede destek oldum. Görülmesi gerekenleri de uygun koşullarda gördüm. Kronik hastalığı olan hastalarımız büyük bir duyarlılıkla salgının gereklerini yerine getirdiler diye düşünüyorum. Gerekmedikçe evlerinden çıkmadılar. Hastalıklarının tedavisinin gerektirdiği kısıtlılıklara alışık oldukları için zorlanmadılar. Haziran ayı başından itibaren normal çalışma düzenine döndük, ama neler olacağını biz de bilmiyoruz diyebilirim.
Hocam bu süreçte birçok ilaç denendi. Ancak bunların yan etkileri konusunda maalesef yeterli test süreçlerinin yaşanmadığını biliyoruz. Bu tür deneysel tedavilerin ve ilaçların, Covid-19’e yakalanmış kalp hastaları üzerinde kısa ve uzun vadede etkileri konusunda neler söyleyebiliriz?
Virüsler enteresan canlılar, zira sürekli ortama uyum sağlamak için mutasyona uğrama, değişim geçirme yetenekleri var. Korona ailesi virüslerini tanıyorduk, ama Covid-19’un mutasyona uğramış olarak bilinenin üzerinde bir bulaşıcılık yeteneği olduğunu sonradan öğrendik. Hayvanlardan insanlara, insandan insana bulaşma tüm virüslerde farklılık gösterdiğinden, çok bilinmeyenle bu küresel salgına yakalandık. Özellikle Çin’den bilgiler geldikçe tedavi seçeneklerimizi artırdık. En son İtalya, ABD ve diğer Batı ülkeleri eklendiğinde virüs hakkında bilgilerimiz daha da arttı. Biz ülke olarak Aralık 2019’da başlayan süreçten nispeten geç etkilendik. Bu nedenle tedavi protokolleri genel hatlarıyla ortaya çıkmıştı. Mart sonu açıklanan tedavi protokolüyle daha sonra yapılanlar arasında çok önemli farklar olmadığını biliyoruz. Tedavi protokollerinde kullanılan ilaçların birbirleriyle ve bizim hastalarımızın kullandığı ilaçlarla etkileşimlerini biliyorduk. Tüm ilaçlar daha önce de kullanıldıkları için bütün yan etkilerden haberdar idik. O nedenle deneysel ilaç kullanılmadı diyebilirim. Türk Kardiyoloji Derneği, hızla benim de yazarları arasında olduğum bir rapor hazırlayıp akademik camiaya sundu. Özellikle koruyucu olarak lanse edilen ve herkesin daha virüs bulaşmadan kullanmak istediği sıtma ilacının, kalp ritmi bozucu etkisini ve bu etkiden nasıl korunacağımızı belirledik. Sağlık Bakanlığı ilacı hızla eczanelerden çekerek zarar verebilecek gereksiz uygulamaları önledi. İlacı sadece kesin kullanması gereken grubun kullanımına açtı.
Sağlık sistemlerini dünya ve Türkiye açısından değerlendirdiğinizde yeterli miydi? Karantinanın amacı, ağırlık olarak sağlık sistemleri aşırı yüklenmesin, diye açıklanıyor. Bundan sonrası için hükümetler sağlık sistemi için neler yapmalı?
Küresel bir salgında sağlık sistemlerinin yeterli olmadığı ortaya çıktı. Virüsü önemsemeyen ABD, Brezilya, İngiltere gibi ülkelerin durumu ortada. Bulaşıcılığın çok yüksek olması, beklenenden fazla kişiyi hasta ettiğinden sağlık sistemleri yetersiz kaldı. Sağlığın özelleştirildiği ülkeler ciddi sorun yaşadı. Türkiye hızla tüm özel sağlık kuruluşlarını korona konusunda devlet hastaneleri gibi davranmaya mecbur etti ve ücretsiz hasta bakmalarını sağladı. Bunu yapamayan ülkeler ciddi etkilendi. Batı ülkelerinde özellikle yaşlıların kaldığı, devletin kontrolünde olmayan huzur evlerinde toplu ölümlerin olduğunu biliyoruz. Biz ülke olarak aile yapımızın güçlülüğü ve toplumsal dayanışmamız nedeniyle daha az etkilendik diye düşünüyorum. Karantina uygulamaları özellikle kronik hastalığı olanları ve ileri yaştaki vatandaşlarımızı korudu. Geç dönemde ekonomi çarklarının dönmesi gerekliliği, sağlık yönünden yanlış olduğunu düşündüğümüz bazı kararlar alınmasına yol açmış olabilir. Özellikle sağlık personelimiz kriz dönemlerine alışık olduğu için yeni normale hızla uyum sağladı. Hastane altyapımız da büyük bir oranda yeterli idi. Uzun dönem sonuçları, tahminlerimde yanılıp yanılmadığımı ortaya koyacaktır. Küresel salgınlarda bütünsel bir yaklaşım gerektirdiği için devletin işin içine girmesi gerekliliğini gördük. Bu nedenle sağlık, özellikle de koruyucu sağlık, eğitim gibi tüm halkı ilgilendiren hizmetlerin ne olursa olsun devlet tarafından yapılmasında, planlanmasında yarar var diye düşünüyorum. Hükümetler bu yönde karar alabilirler mi ilerleyen dönemlerde göreceğiz.
Covid-19 için bir “son” var mı? Yani birçok insanın sorduğu gibi “eski güzel günlere” dönebilecek miyiz?
Dünya geneline bakıldığında küresel salgının sonuna gelmede halen çok uzağız. Her gün yeni hasta sayısında rekorlar kırılıyor. Gerek sürü bağışıklığı, gerek virüsün gücünü kaybetmesi, gerekse de aşının bulunması nedeniyle, Covid-19 da daha önce pandemiler yapıp sonradan sıradanlaşan diğer tüm virüsler gibi alıştığımız hastalıklar statüsünde yerini alacaktır. Bunun ne zaman gerçekleşeceğini söylemek, çok ama çok zor diye düşünüyorum. Yaşayıp göreceğiz. Eski güzel günler gelecek, zira biz çabuk unutan bir toplumuz. Eskiden vebaydı, sonra İspanyol nezlesi oldu. Bugün Covid-19, yarın başka bir hastalık olacak, zira doğanın dengesini açgözlülüğümüzle çok bozduk.
Aşı veya kesin bir tedavi bulunmadan nasıl bir hayatımız olmalı? Adı konmasa da “sürü bağışıklığı” stratejisine mi geçiliyor? Yani maske-hijyen-mesafe yeterli olacak mı? Mezunlarımıza, bir bilim ve tıp insanı olarak neler önerirsiniz?
Bugünkü virüslü yaşamımızın üç sloganı var: El hijyeni, sosyal mesafe ve görsel imgemizse maske. El hijyeni salgın olsun olmasın herkesin uygulaması gereken bir önlem, ama bu süreçte ellerimizi daha çok yıkamalıyız. Diğer ikisi bizler için zor. Hemen kalabalıklaşan ve yakın teması seven bir toplumuz. Hele yasaklar hiç bize göre değil. Ne kadar zorlandığımızı medyada ve güncel yaşantımızda görüyoruz. Maskeyle imtihanımız var, olması gereken yer dışında her yere takılıyor. Salgın sonlanana kadar bu önlemler sürmeli. Normalleşme sadece sağlık yönünden değerlendirildiğinde erken diye düşünüyorum. Ancak uzun süre evde kalma dâhil karantina uygulamalarının sağlık avantajları kadar dezavantajları da var. Psikolojik dengesizlik yaratabileceği gibi uzun süre hareketsiz kalmanın kas erimesi, bacaklarda dolaşım yavaşlaması, kilo almaya eğilim gibi zararları da var. Bu nedenle normalleşme çok yönlü olarak değerlendirilmeli. Sürü bağışıklığına bilinçli bir geçiş olduğunu zannetmiyorum, ama aşı bulunmazsa sonunda olacak olan o gibi görünüyor. Bizim mezunlarımız bilinçlidir, önlemlerin kendi sağlıkları için olduğunu bilirler; el hijyeni, sosyal mesafe, maske, kalabalıklardan uzak durmanın gereklerini yerine getirirler.
Özellikle kalp hastalığı bulunanlar “normalleşme” adımlarına nasıl yaklaşmalı? Aşı ve tedavi bulunana kadar “normalleşme” nereye kadar olmalı ya da olmalı mı?
Kalp hastalığı gibi kronik hastalıkları olanlar sadece Covid-19 değil, eşlik eden tüm diğer hastalıklardan olumsuz etkilenirler. Örneğin şeker hastalığı, tiroit hastalığı, üst solunum yolu enfeksiyonları gibi... Bu nedenle her zaman çok dikkatli olmaları gerekir. Beslenmelerine dikkat etmeliler. Kilo alma, aşırı tuz tüketimi, karbonhidrattan ve yağdan zengin beslenme sadece Covid-19 süresinde değil, her zaman kalp hastalarının gündeminde olmalıdır. Hastalarımızın evde kalma sürelerinin arttığı bugünlerde egzersizi de ihmal etmemeleri lazım. Herkes gibi salgınla ilgili önlemleri katı olarak uygulamalılar. Tam normalleşme için ise aceleci davranılmamalıdır. Aşıya çok aşırı umut yüklemenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bu kadar hızlı mutasyona uğrayan bir virüse aşıyla sağlanacak bağışıklığın süresi ilk dönemlerde bilinemeyecektir, ayrıca aşının yan etkileri de olabilir.
Son olarak, TAC veya SEV camiası ile pandemi sürecine özel çalışmalarınız olduysa bahsedebilir misiniz?
Ben SEV ile yakinen ilgilenen bir mezunum; 2 dönem yedek 2 dönem asil üye olarak yönetim kurullarında 10 yılı aşkın bir süre görev aldım. Halen Mütevelli olarak hizmet etmeye çalışıyorum. Redhouse, 23 Nisan’da sağlık çalışanlarının çocuklarına yönelik bir hediye kitap kampanyası yaptı. Onların sayesinde hastanemizdeki personel, hemşire ve doktorlarımızın çocuklarına kitap hediye edildi. TAC gruplarının yaptığı Zoom toplantılarına katılmaya çalıştım. İlk dönemler daha sık görüşüyorduk, ama sonra işlerim yoğunlaşınca aksamalar oldu. 76 mezun grubumuzda önceleri haftada iki, sonra bir kez Zoom toplantılarıyla mavra yaptık. 76 grubu olarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi yoğun bakımlarına malzeme teminine aracı olduk.