Ayşe Ülkü Ersin, anlattıklarıyla bizleri 1950’lerin Üsküdar Amerikan Lisesinde kısa bir gezintiye çıkarıyor. Kâh yatılı olmanın kendisinde yarattığı duygulardan söz ediyor, kâh hayatını etkileyen öğretmenlerini anıyor. Kız okulu olduğu için erkek kılığına girerek sahneye çıkması da var değindikleri arasında, çok güzel “Rock’n Roll” yapmaları da. Başlığımıza da taşıdığımız sözleri ise UAA’nın onun hayatındaki yerini çok iyi tanımlıyor.
Ülkü Hanım öncelikle sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
1938 yılında İstanbul’da doğdum. Kızlık soyadım Tiryakioğlu’dur. Annemle babamın Atatürk’e olan hayranlığı ve sevgisi, ismimin Ülkü olarak konulmasına sebep olmuş. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu bir baba, iyi derecede Fransızca bilen bir anne ve her ikisi de memur olan bir ailenin tek çocuğuyum. Ailem maddi olarak orta halliydi, ama kültür düzeyleri yüksekti. Annem hafta sonu tatilini ev işlerini hallederek geçirirdi, babam ise ev işlerinde anneme yardımcı olan ve arta kalan zamanlarda kitap okumaktan, Klasik Batı Müziği dinlemekten zevk alan bir kişiydi. Arada sırada programlarını takip ettikleri İstanbul Şehir Tiyatrolarına oyun seyretmeye giderler ve beni de yanlarında götürürlerdi. Çocuk yaşta İstanbul Şehir Tiyatrosunda seyrettiğim, başrolü Vasfi Rıza Zobu’nun oynadığı “Paydos” adlı tiyatro eserini hiç unutamam. Beni çok etkilemişti.
UAA'ya girişiniz nasıl oldu? Ailede daha önce mezun var mıydı?
Ailemde daha önce UAA’dan mezun olan kimse yoktu. UAA’ya girmem babamın tercihiymiş. Babamın, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra dünya devletleri arasında iletişimin İngilizce olarak yapılacağını düşündüğünü ve İngilizce öğrenmem gerektiğine inandığını, seneler sonra öğrendim. Meğerse annem Saint Benoit Fransız Lisesine gönderilmemi arzu ediyormuş. Yatılı okumak, benim tercihim değildi. Annem memur bir hanım olduğundan, ben hep arada bir değişen çocuk bakıcılarının elinde büyümüştüm. Eğer yatılı bir okula gidersem ailem artık bu bakıcılardan kurtulacaktı. Ama ben ilk sene yatılı olmaktan hiç hoşlanmadım. Her gün okulda gece gündüz ağlardım. Benim gibi çok ağlayan bir-iki arkadaşım daha vardı.
Okuldaki ilk günleriniz nasıl geçti?
Okuldaki ilk günlerim daha evvel de belirttiğim gibi çok sıkıntılı geçti. Sınıf arkadaşlarımın bazıları okula başlamadan önce yaz tatilinde İngilizce ders aldıkları ve okul döneminde hafta sonları evlerinde buna devam ettikleri için anlatılanları hemen kavrıyorlardı. Ben bu durumu seneler sonra öğrendim. Öğretmenlerin konuşmalarını anlamamak beni çıldırtıyordu.
Mrs. Aleksanyan derste kaldırdığında, heyecandan bütün ezberlediklerimi unutuyordum. Hafta sonu tatili bitince, evden okula geri dönmemek için çeşitli huysuzluklar yapardım. Bu durumu okul müdürüyle paylaşan aileme çare, yine okul müdürümüz Miss Martin’den geldi. Miss Martin, anneme hafta sonları özel ders almam için tavsiyede bulunmuş. Bu öneri sayesinde, hazırlık sınıfını bir sene okuyarak geçtim. Ayrıca Orta 1’de de üç karne üst üste iftihar listesine girdim. Bütün okul hayatım boyunca hep çok çalışkan bir öğrenci oldum.
Okulda nasıl bir ortamla karşılaştınız?
Bu soruya iki ayrı cevap verebilirim. Okulda disiplinli bir ortam vardı. Ama biz yatılı öğrenciler, gündüz ders bittikten sonra, etüt saatine kadar sanki evimizdeymişiz gibi rahat ve serbest davranabiliyorduk. Amerikalı öğretmenlerimiz, isteyenlerden bir grup öğrenciyi yürüyüşe, “walk’a” götürürlerdi. Bağlarbaşı’ndan sapar, bugünkü Boğaziçi Köprüsü (Şehitler Köprüsü) bağlantı yollarının olduğu Beylerbeyi tepelerine doğru bir saat yürüyüş yapar ve akşam yemeğinden evvelki etüt saatinde okula geri dönerdik. Akşam yemeğinden sonra ikinci etüt saatine kadar eğlenme saatimiz vardı, o zaman zarfında isteyenler spor salonuna dans etmeye giderlerdi. Salonun bir bölümünde pikap vardı, çalan müzik eşliğinde kız kıza dans ederdik. O zamanki slow parçalar çok romantikti, ben lisedeyken “Rock and Roll” moda olmuştu. Hepimiz çok güzel “Rock and Roll” yapıyorduk.
Okulda yatılı olmanın farkları nelerdi?
11 yaşında, aileden uzakta, yatılı bir okulda anne-baba şefkatinden yoksun olmak, o yaştaki çocuklar arasında başlayarak yaşam boyu devam eden bir arkadaşlığa, hatta çok sıkı bir dostluk ve kardeşliğe dönüşüyor. Yatılı olmanın en önemli farklarından biri de kendinizin ve kendi gücünüzün farkına varmanız; aynı zamanda da müstakil bir birey olduğunuzu anlamanızdır.
Okulda sizi en çok etkileyen öğretmenler kimlerdi?
Beni en çok etkileyenler müzik öğretmenimiz Piraye Hanım (Tüzüner) ile tercüme öğretmenimiz Seniye Hanım (Pakalın) idi. Müzik öğretmenimiz, okulumuzun korosuna çok emek vermiştir. Koromuza öğrettiği şarkıları, Klasik Batı Müziğinin en tanınmış eserlerinin en melodik bölümlerinden üç ses üzerine (soprano, mezzo soprano ve alto) aranje edilmesini ve Türkçe sözlerle söylenen şarkılar haline getirilmesini sağlamıştır. Hatırladığım kadarıyla, bu şarkılar arasında Antonin Dvorak’ın 9. Yeni Dünya'dan isimli senfonisinin ikinci kısmının müziği, Pablo Sarasate’ın Zigeunerweisen adlı eserinin en romantik bölümü ve bir de bunlara ilaveten Rüzgâr Gibi Geçti filminin jenerik müziği olan Tara’s Theme vardır. Her sene mezuniyet törenlerinde çok güzel konserler verirdik. Ben ve Tülay German soprano sesler arasındaydık. Şunu da belirtmek isterim, Piraye Hanım aynı zamanda İstanbul Konservatuvarında öğretmendi. Tercüme öğretmenimiz Seniye Hanım ise anlayışlı, sakin, olgun kişiliğiyle beni çok etkilemiştir.
Okuldaki öğretmenlerinizle, eğitimle ve etkinliklerle ilgili hatırladığınız neler var?
Okulumda eğitimle ilgili takdir ettiğim bir husus, ortaokulda İngilizce öğretmenlerimizin bizlere “book report” adı altında, her ay bir kitap okuyarak, okuduğumuz kitabı sınıfta sözlü olarak anlatmak ve eleştirmek ödevi vermeleriydi. Bu ödevin verilme sebebi, bizleri kitap okumaya alıştırmak, okuduğumuzu değerlendirme yeteneği kazanmamızı sağlamaktı. UAA’da eğitimle ilgili diğer bir anım ise orta 1’deyken resim (art) öğretmenimiz Miss Blatter’ın resim dersinde dünya çapında ünlü klasik ve empresyonist ressamların biyografilerini ve resimlerini tanıtan kısa yazılar yazdırdığı bir defter hazırlamamızı istemesi, bu ressamların tanınmış tablolarının birer fotoğrafını dağıtarak, bizleri bu yönden de eğitmeye çalışmasıdır. Ben, bu fotoğrafları senelerce sakladım ve resme olan merakımın böyle doğduğunu düşünüyorum. UAA’da benim öğrencilik yıllarımda, okulda yatılı öğrencilerin etüt saatleri dışında istedikleri zaman kullanabilecekleri bir oturma odamız (sitting room) vardı. Ben lise yıllarındayken, bu odaya bir longplay plak çalan pikap alındı ve istediğimiz zaman dinleyebilmemiz için bir sürü Klasik Batı Müziği plakları kullanımımıza verildi. Ben ilk defa Ippolitov Ivanov’un Kafkas Skeçleri adlı senfonik şiirini orada dinledim. Hâlâ çok sevdiğim eserler arasındadır.
Müzikle yakından ilgilendiğinizi görüyoruz. Lise yıllarında müzik ve tiyatro konusunda nasıl bir ortamınız vardı?
Evet, müzik çocukluğumdan beri ilgilendiğim bir alan ve şarkı söylemeyi çok severdim. Ayrıca, İstanbul Şehir Tiyatrosunda sahnelenen çocuk tiyatrosu oyunlarına da ailem tarafından götürülmem, görsel sanatlara karşı ilgimi artırdı. UAA’da okuduğum yıllarda, okulumuzun tiyatro ve koro çalışmalarına çok önem verdiğini, okulda tiyatro eserleri sahnelendiği zaman İstanbul Şehir Tiyatrosundan yönetmen geldiğini ve oyuncuları da audition (seçme sınavı) yaparak seçtiğini hatırlıyorum. Okulda erkek öğrenci olmadığı için erkek rollerine de kız oyuncular seçilirdi ve onlara yapılan erkek makyajları da bir harikaydı. Benim de içinde rol aldığım birkaç oyundan bahsetmek isterim: Hazin Tebessümler (Nisan 1955), Tarih Geçidi ve Papageno (31 Mart 1957). Papageno, Mozart’ın Sihirli Flüt operasından uyarlanan kısaltılmış bir operaydı; zannederim Amerika’da hazırlanmıştı ve İngilizce olarak sahnelendi. Hazin Tebessümler piyesinde, çalıştığı evin her sırrını bilen bir hizmetçiyi oynuyordum. Birinci ve üçüncü perdelerde, o hizmetçinin yaşlanmış halini, sesimi ihtiyar sesi yaparak oynuyordum. Zaten bütün oyuncular, birinci ve üçüncü perdelerde yaşlanıyorduk. Bu oyunda, evin genç kızını Tülay German oynuyordu. Tarih Geçidi ise tarih öğretmeni Hilal Ülman tarafından hazırlanmıştı. Bu temsilde, Fransa kralı 16. Louis olmuştum ve budala bir erkeği oynuyordum.
Müzikle, tiyatroyla, sanatla dolu bir lise ortamından sonra eğitiminize nasıl devam ettiniz? Konservatuvar ve hukuk eğitimi arasında bir tercih yapmak zor oldu mu?
UAA’dan mezun oldum; İstanbul Konservatuvarının şan bölümü sınavlarına girdim ve kazandım. Aynı sene İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine de başladım. İki sene şan bölümüne devam ettikten sonra konservatuvarı bırakmak zorunda kaldım, çünkü evde piyano yoktu. Şan egzersizlerini arkadaşımın evindeki piyanoyla çalışmak çok zor ve yorucuydu. Ailem, Hukuk Fakültesini bırakmamdan korktuğu için bana piyano almadı. Babam, emekli olduktan sonra onunla birlikte mali avukatlık yapmamı istiyordu. Bugün, Hukuk Fakültesinden ayrılmamış olduğuma çok memnunum. 1957 Ekim’de girdiğim fakülteden, 1961 Eylül’de mezun oldum. Bugün üniversiteye girecek olsam yine Hukuk Fakültesini seçerim. Hele bu fikrimi daha da ileri götürerek diyorum ki, keşke bugün liselerde beynelmilel hukuk prensiplerini içeren ve bunu derinliğiyle öğreten bir ders olsa. Fakültede en sevdiğim ders Roma Hukuku ve Anayasa Hukuku idi. 1957 UAA mezunlarından Hukuk Fakültesine dört kişi girdik ve hepimiz de mezun olduk.
Sonrasında kariyerinize nasıl devam ettiniz, neler yaptınız?
Fakülteden mezun olduktan sonra bir süre babamın emekli olmasını beklerken, İngilizce öğretmenliği sınavına girerek İngilizce öğretmenliği yetki belgesi aldım. Beyoğlu Erkek Lisesinde ve Kadıköy’deki özel bir lisede birer yıl İngilizce öğretmenliği yaptım. Babamın vefatıyla, onunla birlikte çalışma hayallerim sonra erdi. Yapı Kredi Bankası Beyoğlu şubesi kambiyo bölümünde bir yıl stajyer olarak çalıştım. Sonrasında aynı bankanın genel müdürlüğüne bağlı hukuk servisinde avukat olarak işe başladım. Daha sonraki yıllarda meslektaşım olan eşimle evlendim. İkinci çocuğumuz doğduktan sonra annem yaşlanmıştı ve çocukları bakıcılarla büyütmek istemediğim için işten ayrıldım. Sonraki hayatımda, çocuklar büyürken hobilerime zaman ayırdım. İlerleyen yıllarda, kurumsal firmaların üst düzey yabancı yöneticilerine Türkçe dersleri verdim.
Geçmişe dönüp baktığınızda UAA'nın hayatınızdaki yeri hakkında neler söylemek istersiniz?
Geçmişe dönüp baktığımda, Üsküdar Amerikanın hayatımdaki yeri hakkında bir kitap yazabilirim, ama zaten bu röportaj da neredeyse bir kitap kadar oldu. Sorduğunuz bu soru beni düşündürdü ve önüme gelen her konuyu, her olayı etraflıca araştırmadan önce, onunla ilgili fikir beyan etmemem gerektiği alışkanlığını okulda kazanmış olduğumu anladım.
Cumhuriyetimizin aydın kadınlarından biri olarak, bugün genç UAA mezunlarına hayata dair üç tavsiye verseniz neler derdiniz?
Bugün 83 yaşındaki Ülkü için Üsküdar Amerikan mezunlarına tavsiye vermek ne kadar zor size anlatamam, ama yine de deneyeceğim: Bir husus hakkında herhangi bir öneride bulunurken, karşınızdaki şahsı veya hadiseyi yargılamaktan kaçının. Etraflıca düşünmeden önce hemen fikrinizi açıklamayın. İyi bir dinleyici olun. Bu alışkanlığı kazanmak, empati yapma becerisiyle yakından ilgilidir. İkincisi, üniversite öğreniminiz bittikten sonra yapacağınız iş başvurularında, size teklif edilen aylık ücretleri, kazandığınız tahsil seviyesi icabı az bularak işi geri çevirmeyin. Başvurduğunuz işte yeni olduğunuzu ve bir yerden başlamanız, tecrübe kazanmanız gerektiğini unutmayın. Üçüncüsü ise yüksek tahsilinize devam etmek üzere nereye giderseniz gidin ama mutlaka geri dönün, bu ülkenin sizler gibi gençlere ihtiyacı var. Bu röportajın benimle yapılmasına vesile olan SEV yönet